İzleyiciler

9 Aralık 2015 Çarşamba

BİR KADIN VARMIŞ BİR ERKEK YOKMUŞ

      ESKİDEN ÇOK ESKİDEN

    Erkek avcı kadın toplayıcı  imiş.  Roller biçilmemiş aslında. Öğretilmemiş de. Sahip oldukları fiziksel donanımlarına uygun bir görev dağılımı olmuş doğallıkla. Görevini yerine getirebilmek için erkek, savunma ve saldırıya geçmede ustalaşmak zorunda kalmış.Öl ya da öldür rolünde hataya yer olmadığından tüm dikkatini oynadığı bu oyuna vermiş. Böylelikle beyni yaşamsal konulara ve alarm durumlarına yoğunlaştığından ,yaşamdaki diğer konularla ile ilgili beyinsel becerilerini yeterince geliştirememiş. ( Kadınlar bu durumdan her zaman şikayetçi olmuş)


 

   Kadın, toplayıcı rolünü üstlenmiş. Hatta bitki tohumlarından yeni ürün elde etmeyi kadının keşfettiği anlatılır.Tarihin ilk ziraatçisi kadın, aynı zamanda doğurmuş, çoğalmış. Küçücük bebeklerinin hayatta kalabilmeleri  için duygularını ve sezgilerini sürekli hareket halinde tutmak zorunda kalmış. Ayrıntılar konusunda uzmanlaşmış.
    Zaman ilerledikçe kadın ve erkeğin  konforları yavaş yavaş artmış. Düşünce sistematikleri iyice oturmuş. Yaşamak ve üremek o kadar çok iç içe imiş ki, doğurgan olan kadın, zaman zaman cinsellikten kopmak zorunda kalmış. Erkek kesintisiz devam edebilmiş cinselliğine. Kadınlarının ve çocuklarının sayısı artmış da artmış.


  Yeryüzündeki insan sayısı  artıp toplumsal yaşam başlayınca, beraberinde bugünkünden çok farklı toplumsal ahlak anlayışları   da ortaya çıkmaya başlamış.


  Kadınların üreyebilmesi kutsanmış. O dönemlerde neredeyse tüm tanrıçalar fahişeymiş! Kadın cinselliği tanrısal bir anlam kazanmış. ( Sümer’de İnanna bizzat fahişelik benzetmesiyle doğurganlığın, bereketin tanrıçası olmuş ve ona atfedilen yüksek konumlar hep fahişeliğiyle anılmış. )Ta ki üremede erkeğin  rolü anlaşılıncaya kadar. Bu durum anlaşılınca, kısa bir süre gücü elinde tutan kadın, evlerden içeri sokulmaya başlanmış. Erkek, adeta kazan kaldırmış ve gücü bir daha kadına teslim etmemek için and içmiş.




 


    Orta çağa gelindiğinde kadının salağı pek bir makbulmüş. Sahip olduğu zekayı hafifçe bile olsa gösteren tüm kadınlar 'cadı' damgasıyla damgalanır bir güzel yakılırlarmış.Hatta bazı toplumlarda kocası öldüğünde sağa sola sardırmasın diye dul  kadın kocasıyla birlikte yakılırmış. O dönemlerde kocasını zehirlemeye kalkan kadın vakasına hiç rastlanılmazmış.





    İlkel dinler zamanında saltanat süren kadın,tek tanrılı dinlerin gelişinden sonra iyice eziktirilmiş. Nedendir bilinmez, kiliseler o kadar gıcık olmuş ki kadına,neredeyse kadın erkek birlikteliğini , cinselliği yasaklamalarına ramak kalmış Ama bakmışlar ki bu melun kadınların hiç biri bakire Meryem gibi doğuramıyorlar, nesil kuruyacak, sırf çocuk yapmak için sakınımlı ve denetimli cinselliğe nefretle izin vermişler. Atsan atılmıyor satsan satılmıyor misali bu kadınları ne yapacaklarını bilememişler.Tüm bu baskılarına rağmen  baş edememişler kadın milletiyle.



  İngiltere kralı VIII.Henry,  Boleyn kızının aşkı için, kudretli papayı rencide etmiş, kendi bağımsız kilisesini kurmuş. 
.

  Bazen de  erkek kılığına girip savaşmışlar Jeanne d'Arc gibi.Yakıla yakıla yok edilememişler Fransız ihtilalinin hazırlayıcısı olmuşlar.

    Sonraki günler  kadın için biraz daha huzurlu geçmiş. En azından erkek de kadın da kendi doğal rolleri içinde yaşamaya başlamışlar.Ta ki sanayi devrimine kadar. Ne olduysa o dönemde başlamış. Kadını evlerden içeri sokamamışlar artık. Kadın, eğitim almış, çalışmış. Hatta Madam Curie denen haddini bilmez bir kadın uranyum ile araştırmalar yapıp radyoaktiviteyi bile bulmuş. Bu arada, kadın, kendi doğum kontrolünü kendi bedenine zulmederek başarmaya çalışmış. Teknoloji ilerleyip doğum kontrol yöntemleri geliştikçe iyice bir arsız olmuş. Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik bırakmayacaksın özlü sözü tüm bu vahim durumların sonucunda ortaya çıkmış.  Sonunda kadının erkeğin gerisinde de olsa bir kimliği oluşmuş. Hiyerarşinin sağlandığı bu dönemde evlilikler uzun ömürlü imiş. Boşanmalar yok denecek kadar az olurmuş. Kadın ve erkek yuvarlanır giderlermiş. Erkek erkekliğini , kadın kadılığını bilirmiş. Erkek dövermiş de severmiş de. 


  

    Önüne yemeği konan,çamaşırları yıkanıp paklanan,banyoda mal gibi oturup kadını tarafından yıkanıp kırklanan erkek, saçlarını okşarmış, kolunda uyuturmuş kadını.
Sonradan ne olduysa olmuş.bir anda elektronik aletler,bilgisayarlar, internet, arama motorları facebook, twetter gibi abuk sabuk şeyler icat olmaya başlamış. Kadının gözü açılmış. Atatürk gibi bazı devlet adamları kadının  okutulmasını, eğitim görmesini  istemiş. Kadın, önce avukatlık, doktorluk, öğretmenlik gibi işlerde rakip olmaya başlamış erkeğe, sonrası fena...Otobüs şöförü, vinç operatörü gibi erkeğin tekelindeki işlere de el atmaya başlamış.
Erkek önce bozulmuş,ama kadının eve para getirmesi tatlı gelmiş bir süre sonra. Kadın hem evde hem işte çalışırmış, hem de çocuk doğurur, büyütürmüş. Tüm parasını da kocasına verirmiş.  O sıralar kadın hakları diye bir şeyler ortaya çıkmış. Erkek, önceleri gülmüş alay etmiş; feminizm denen bu uyanışı  pek ciddiye almamış, ama gelinen son noktada her konuda kendisine  eşitlenen  bu  kadınla flört etmek  hatta evlenmek zorunda kalmış.



    Erkek, durumu kabullenmiş ama biraz da küsmüş kadına. Kendisine yeni bir tarz geliştirmiş. Artık kadınsı özelliklerle donanmaya başlamış.Kolay yorulur, kolay ağlar olmuş. Kadının saçlarını okşayıp kollarında yatırmamaya başlamış..


    Kadın bu durumdan hiç hoşlanmamış. Sığınılacak, sarınıp sarmalanacak güçlü kollara ihtiyacının olduğunu haykırmaya başlamış. Erkek duymamış bu haykırışları. Haykırmaktan yorulmuş, kızgın kadın, kanunların da desteğini aldığından, boşanmış erkekten.. Ama bakmış ki aradığı erkek hiç bir yerde yok. Kadın olarak güçlendikçe, güçlü kol bulma şansı azalmaya başlamış. Şaşırıp kalmış.
    Özgürlük masalının sonunda kadın, öbür yarısını kaybettiğini fark etmiş. Erkek, bir şey fark etmemiş. Avcılık meziyetini başka avlara yönlendirmiş. Şehir yaşantısı için fazla gelen enerjisini halı saha maçlarında boşaltmış. Kadını  anlamaya çalışmanın anlamsız bir uğraş olduğu ortak  düşüncesiyle hayatına devam etmiş.



8 Aralık 2015 Salı

MİNİK MASUM GÖÇMENE

ÜŞÜMÜYORSUN DEĞİL Mİ KÜÇÜK?
 
    Kış geldiğinde ağaçlar üşüyor mudur acaba? Pencereden bakıyorum. Dışarıda puslu bir gece var. Yol kenarında sıralanmış sokak lambalarının sarı ışıkları altıda yer yer dökülmüş, yer yer sarıdan kahverengiye dönmüş yapraklarıyla, ne kadar hüzün dolu uzuyorlar karanlık gökyüzüne doğru. Ölümü bekler gibi bir hal içindeler. Her şeyi tüketmiş. Çaresiz. Yardımsız. Yoldan geçen kendini bilmez sarhoş sürücülerin tehdidi altında korkuyorlar mı gelecekten? Kış geldiğinde gövdelerine yaklaştırılan yüksek merdivenlerden uzanılarak dalları kesilirken canları acıyor mu ki?
Aynı gövdede tekrar yeşerecek çiçek açacaklar.Her zaman olduğu gibi.Çok örselenirlerse belki bir daha yeşeremiyecekler. Ama kimin umurunda...
    Sahile vuran balıkları yaşatmak için hiç bir masraftan kaçınmazken ,sahile vuran beş yaşındaki çocukların görüntülerini sıcacık evlerinde TV karşısıda izleyebilen, en acısı da duyarsız bir şekilde keyifli bir şeyler izlemek için kanal değiştirebilen bencil insanların dünyasında.
Yaşadıkları toprakların altı petrol dolu olmasaydı eğer evleri ve aileleri vardı  onların da. Şevkat dolu annelerinin kucağında yatmaları gerekirken, buz gibi bir havada soğuk dalgaların elinden tutarak ulaştıkları  kumsalda ,bir gazete kağıdının  altında yatan örselenmiş minicik bedenleri üşüyor mudur acaba?


SÖYLEDİKLERİMİZ VE YAŞADIKLARIMIZ


konfüçyus ile ilgili görsel sonucu







....orta yaşlarını sürerken Konfuçyüs yönetimle ilgili düşüncelerini uygulayabileceği bir göreve asla getirilmedi.Herkes ona saygı duyuyor ama kimse ona görev vermiyordu.yaşamının sonuna geldiğinde Konfüçyüs başarısız olduğunu düşündü.Her şeye küstü,kendisine,"hiç bir işe yaramayan,yalnızca süs diye duvara asılan bir su kabağı gibi" davranıldığını söyledi.
İnsanın Hikayesi-James C. Davis


6 Aralık 2015 Pazar

YARIM KALMIŞ HİKAYELER

                     


                                   YARIM KALMIŞ HİKAYELER


   Dönüp ardına bakma 

   İlerleyemezsin...
   Neden arama bitişlere
   Yeniden başlayamazsın...
   Her bitiş yorar ama içinde yeni umutlar gizlidir.
   İyidir yeniden başlamalar.
   Tek bir yaşamda
   Çok kere reenkarne olmak gibidir...
   Her bitişin ana fikriyle başlayan
   Yeni hikayeler kurgularsın,
   Kendi hikayenin senaristi olursun.
   Sakın!
   Tek kişilik oyunlar yazma
  Oynarken sıkılırsın.

   Yarım kalan herşeyin sonunu merak ederiz . Beynimiz sürekli tamamlamaya çalışır yarım kalmış  hikayelerimizi. Atamayız kafamızdan bir türlü. Dönüversek o ana tamamlayıversek hikayelerimizi deriz zaman zaman. Ama ne o anlara dönebiliriz  ne de unutabiliriz yarım kalmış hikayelerimizi.

Bazen güzel şeyler adeta üşüşürcesine doluverir  hayatlarımıza. Şımarırız. Bizim için önemli olanı algılayamaz oluruz. Harcarız elimize geçen fırsatları. İş ,aşk farketmez. Her zaman bolluk içinde olacağımızı sanırız. Ama hayat kıtlık dönemleriyle doludur .Önümüze serilen fırsatları iyi değerlendiremeyen bizler özellikle de kıtlık zamanlarında bolca geri dönüşler yaşarız. Yarım kalan her şeyin sonu mükemmel oluverecekmiş yanılgısıyla hüzünleniriz.Yok ama öyle değil. Normalde yüzüne bakmadığımız yiyeceklerin kıtlık zamanlarında hasretle yüceltilmesi gibi bir durumdur bu.Zihnimizin bizi aldatmasına izin vermemeliyiz. Bazen öykülerimizin yarım kalmasının bizim için bir kurtuluş olduğunu unutmamalıyız.

Bir de geçmiş ve geçmişte yaşananlar , güzel anlarıyla hatırlanırlar çoğu zaman. Kaçan geyik büyük olur misali geçmişte bıraktıklarımızı tekrar tekrar hayatlarımıza sokmak isteriz. Ama zaman geçmiştir.

Şartlar değişmiştir. Yeni şartlarımıza eski yaşanmışlıklarımızı adapte edemeyiz.
Yarım kalan bir başarı öyküsü ya da bir aşk hikayesi olabilir. Unutmak zor biliyorum ama kendimizi ya da geçmişte bıraktıklarımızı yargılamadan eski hikayelerimizin sonunu yazmalıyız düşüncelerimizde. Yaşadıklarımızdan arta kalanı yaşayacaklarımızın mayası olarak kullanmalıyız belki de. Yeni koşullarımıza uygun yeni arayışlar soluk katacaktır hayatımıza.

DEVAM EDECEK-1

                                                   

Sevilmiş miydİ? Sevmiş miydi? Çılgınlar gibi olmasa da adam gibi. Hatırlamıyordu. Bazı silüetler beliriyor sonra çarçabuk kayboluyordu. Sevgiyi yüceltenler acaba gerçekten sevgiyi bulmuşlar mıydı?   Kahrolası dünyada kahrolası yalnızlığını yaşamak zorundaydı işte.Her başlangıç bir bitişin habercisiydi. Sevinçler de bitiyordu , acılar da.  Ama bağlanışların bitişi çok zor oluyordu. Sevmek alışmak,bağlanmak demekti. Sonuyla beraber ambalajlanmış bir hediye paketi gibi. Sevinçle açılan paket vaatlerle dolu olurdu. O her zaman aranan ama bir türlü bulunamayan mutluluk vaatleri baş döndürücü olurdu.Sonunu görmemeye çalışarak vaatlere kanardık. Bizimki farklı olacak diye düşünerek. Farklı olduğumuzu düşünmek doğamızda vardı. Bir tür  kendini beğenmeydi bu.Yoksa defalarca yaşanan sevmek ya da aşık olmak tuzağına düşer miydik?

    İflah olmuyordu işte bu ruh bu beden. Arıyordu diğer yarısını. İlişkisiz, sevgisiz, acıdan, didişmeden uzak huzur içinde yaşa belanı arama diyen mantıktan gizli ağlıyordu yürek. Bir başka çarpmak istiyor, bedeni kandırıp ele geçiriyordu.
Nasıl başladığını bile anlayamadan birçok bitiş yaşamıştı. Güçlü olmalıydı yürek. Mantıktan gizli çevirdiği dolaplar anlaşılırsa yaşayacağı çatışmadan korkuyordu .Mantık acımasızdı. Sivri diliyle yerden yere vururdu yüreği. Yürek hak verirken mantığa o derin ışık saçan bakışlar  gelirdi aklına. Bir de o bakışların nasıl olup birdenbire karardığı.

    Mantık diyordu ki, seveceksen önce kendini sevmek ile başla. Her bir uzvunu her bir özelliğini sev. Sen insansın ve biriciksin. Sende olan başkasında yok. Unutma sen bir tasarım harikasısın. Düşünülerek emek verilerek yaratılmışsın. Sevgiyi hak ediyorsun. Ama önce kendini değerli bulmalı ve kendini sevmelisin. Barışık olmalısın kendinle ve çevrenle. Affetmelisin sana hayal kırıklığı yaşatanları. Büyümelisin. Büyümek, olgunlaşmak, sevgiyi hissetmek affetmeyle gelir. Desteğe ihtiyaç duymadan ayakta durabiliyorsan ve gerçek anlamda kendini önemsiyorsan, etrafın sevgiyle dolacaktır.

    İşte bu zor geliyordu yüreğe. Bir bina inşa etmek istiyordu teras katından başlayarak.